31 Ocak 2010 Pazar

www.somewherebetweenlife.blogspot.com

Gördüklerimizi, okuduklarımızı, izlediklerimizi, dinlediklerimizi ve yarattıklarımızı paylaştığımız 3 kişilik blogumuz.
Bekleriz.

28 Ocak 2010 Perşembe

Televizyon programları üzerinden toplumun sosyal eleştirisini ya da analizini yapma klişesine girmek üzereyim.
İki farklı kanalda yayınlanan (benim bildiğim kadarıyla) evlilik programlarını izledim.
Normalde kızlarını erkeklerle aynı ortama girmekten men eden, namusu herşeyin üstünde tutan anneler ve babalar, kendi elleriyle kızlarını bu programa getiriyorlar. Mahalledeki çocuktan, komşunun oğlundan sürekli şüphe duyan bu insanlar, televizyon tabiriyle "70 milyonun karşısına" kızlarını koyup, neredeyse onları bir vitrine oturtup, münasip bir kısmet beklemekten hiç bir şekilde çekinmiyorlar. Belirlenen kriterler çoğunlukla değişiyor; ama ortalama olarak iyi bir iş ve gelir sahibi olması herşeyin önünde geliyor. Aslına bakılırsa, görücü usulünün çok çok modernleşmiş durumu olarak tanımlayabiliriz belki de bu şovları. Çünkü tıpkı görücü usulünde olduğu gibi, taraflar birbirlerini tanımadan, bir kaç kelime ve görüntüyle değerlendirerek evlenme kararı verebiliyorlar. Bunların arasında en enteresanları ise, bana göre, daha önce mutsuz evlilik yaşayan insanların bu programları seçiyor olması. Mutsuz bir evlilik yaşamış insanların, evliliği bir kez daha düşünmeleri zaten cesaret isterken, bunu bir de resmen kör gözlerle yapmaya çalışmaları oldukça şaşırtıcı. Kadının kendi kendini ezmesi ise, hem programı sunan kadınların, hem de programa evlenme amaçlı gelen kadınların, daha önce evlilik yaşamış olmaları durumunda, bunun karşı taraf ve ailesi için sorun oluşturup oluşturmayacağını hal hatır sorarcasına doğal bir şekilde sorabilmelerinde ortaya çıkıyor ve beni bir kadın olarak bu çok kızdırıyor. İnsanın bunda kabullenilmeyecek ne var diyesi geliyor, ama bacak arasındaki bekaretin "kutsallığı" düşünüldüğünde bu soru bile anlamsız kalabiliyor. Üstelik bu kutsallığın evlilik içinde bozulmuş olması bile hiç önemli değil, herkesde bir ilk olma arzusu mevcut zira.
Diğer bir "üzücü" konu ise toplumdaki sosyalleşme ortamlarının, daha doğrusu imkanlarının ne kadar az ve kısıtlı olduğunu bu programların ortaya koyması. Normal hayatta, birbirine merhaba demekten, sadece bir kafa hareketiyle dahi olsa selam vermekten çekinen, utanan hatta korkan insanlar, programda gördükleri insanlarla tanışmak ve evlenmek için doğrudan telefonla programa bağlanıp çatır çatır konuşabiliyorlar. Çünkü programda amaç belli ayrıca arada bir de aracı var. Kadınlarla erkeklerin birbirleriyle konuşmalarının, görüşmelerinin oldukça kısıtlandığı toplumumuzda -özellikle katılan kişilerin yetiştikleri ortam da düşünüldüğünde- insanların bir anda rahatlaması, konuşmaya başladıktan 2 dakika sonra ne iş yaptığını hatta aylık gelirini sormaya başlaması çok garip geliyor bana doğrusu. Rol yapılıyor, ama nerede emin değilim. Acaba insanlar gerçekten bu kadar rahat ve "sıcakkanlı" mı, yoksa öyleymişçesine mi davranıyorlar "ekranda"?
Eminim bunların dışında daha fazla keşfedilecek bir sürü şey vardır bu programlarda, benim aklıma takılanlar bunlar. Evlenmek için insanların bu tür şeylere ihtiyaç duyması ne kadar üzücü ve bazılarımız için alay konusu olsa da, bu programlar, bu şekilde çocuk yetiştirmeye alışkın toplumlar için neredeyse kaçınılmaz bir ihtiyaç haline geliyorlar.

19 Ocak 2010 Salı

"ruh halimiz"

“Türkiyeliyim... Ermeniyim... İliklerime kadar da Anadoluluyum.
Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip, geleceğimi Batı denilen o ‘hazır özgürlükler cenneti’nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek yarattıkları demokrasilere, sülük misali yamanmayı düşünmedim.Kendi ülkemi de o türden özgürlükler cennetine dönüştürmek ise temel kaygım oldu.
Ülkem Sivas için ağlarken, ağladım. Halkım çeteleriyle boğuşurken, boğuştum. Kendi kaderimi ülkemin özgürlüğünü yaratma süreciyle eşledim.Şu anda yaşayabildiğim ya da yaşayamadığım haklara da bedavadan konmadım, bedelini ödedim, hala da ödüyorum.
Ama artık...Benim tek isteğim, canım Türkiyeli arkadaşlarımla, ortak geçmişimi alabildiğine ve etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek. Bunu bir gün tüm Türklerle Ermenilerin de kendi aralarında konuşabileceklerine yürekten inanıyorum. Özellikle de, Türkiye ile Ermenistan’ın kendi aralarında da her bir şeyi rahatça konuşabilecekleri ve düzeltebilecekleri, ve onlar konuşurken, benim ilgisiz üçüncülere dönüp, ‘Size de artık üç nokta düşer’ diyebileceğim günleri iple çekiyorum...Yukarıdaki satırlar.. bendenizin ruh halidir.Arz ederim.”

1 Kasım 2004, Hrant Dink.

17 Ocak 2010 Pazar

Cumartesi akşamı yayınlanan Yetenek Sizsiniz yarışmasına Alman bir çocuk katıldı. Çocuğun babası Türk, annesi Alman ama çocuk Almanya da doğup büyüdüğü için doğal olarak Türkçe bilmiyor, sadece Almanca konuşuyor. Bir de büyük ihtimalle okulda öğretildiği için İngilizce.
Bunu bilen ama bir türlü içine sindiremeyen "jüri üyeleri" bir anda herşeyi bırakıp çocuğun Türkçe bilmemesine takıldılar. Çocuğa önce babasının nereli olduğu soruldu, Türk olduğu öğrenilince de kesinlikle çocuğun da Türk olduğuna karar verdiler. Çocuk anlamadığı halde Türkçe konuşmalar, çocukla ilgili Türkçe şakalar yapmak derken iyice kaptırdılar en sonunda çocuğun babasını çağırdılar. Adamı resmen azarladılar. Ne biçim adamsın sen demedikleri kaldı. Adamı bayağı sorguya çektiler. Neden Türkçe bilmiyormuş, AYIP DEĞİL MİYMİŞ, adam hiç mi rahatsız olmuyormuş. Çocuğa sürekli Türkçe kelime bilip bilmediği, Türk arkadaşlarının olup olmadığı soruldu. Yetenek yarışmasından çıkıldı, kim daha Türk yarışına girildi. Giderken de bir dahaki sefere Türkçe öğrenmiş bir şekilde geri gelmesi EMREDİLDİ.
Yahu "anadili" kadar net bir kelime var mı acaba? ANA-DİLİ. Anneden öğrenilen dil. Anne ALMAN, ülke ALMANYA. Çoğu ailede olduğu gibi anne daha fazla ilgilenmiş çocukla, o da annesinden öğrendiği dili biliyor. Bunu bu kadar gurur meselesi yapmanın anlamı ne?
Bizim ülkemizdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen "dil savaşı" nedir?
Herkes Türkçe konuşmalı, sokaklarda başka bir dil duyulmamalı. Ama bir kafede otururken yan masada İngilizce konuşan turistler görülünce hayran hayran dinlenmeli. Türkiyeye herhangi bir nedenle gelen ya da zaten doğduğundan beri Türkiyede yaşayan herkes sadece ve sadece Türkçe konuşmalı.
Noluyor anlamıyorum. Türk dili ölmek üzere mi, kültürümüz mü yozlaşıyor? Bu panik neden?
Neden başka dillere, başka kültürlere hiç tahammül yok?

Empati.
Herkesin ihtiyacı olan ve sorunları çözme gücüne sahip belki de tek şey.
Sadece biraz empati.

13 Ocak 2010 Çarşamba

"Kahraman İnsan" diye isim gördüm bugün. Gerçek.
Anne babadaki beklentinin yüksekliğine, çocuğa yüklenen sorumluluğa bak.
Neticede, Thom Yorke'un adı bile Thomas Edward Yorke.